

OSMAN ÇAKIR
06 Ağustos 2025
Ah, şu geceler… Bir kara örtü gibi usulca iner şehrin üstüne. Sokak lambalarının solgun ışığında bile derinleşen bir karanlık… Issız mı, sessiz mi, yoksa ikisinin de ötesinde bir şey mi? Yaralı ruhların son sığınağı, yorgun kalplerin sessiz çığlığıdır geceler.
Güneşin çekilip gitmesiyle başlar gerçek hikâye. Gündüzün o yapışkan, sahte gülüşleri söner. Zoraki tebessümler, mecburiyet kokan sohbetler bir bir dağılır. Yüzümüzdeki maskeler düşer, içimizdeki çıplak yaralar ortaya çıkar.
Kimi insan için gece, sadece biten bir günün habercisidir. Kimi için ise yeni bir başlangıcın sessiz kapısı… Ama yaralılar için gece, kanayan bir yaranın üzerine çekilmiş soğuk bir sargıdır.
Karanlığın Kucağında
Gündüz bir savaş meydanıdır. İnsan, kendi enkazını en güzel kıyafetlerin altına saklar.
Herkes güçlü görünmek zorundadır; çünkü bu dünyanın taş kalbinde zayıflık, merhametten önce darbeyi çeker.
Bir “Nasılsın?” sorusu gelir, cevabı bellidir: “İyiyim.” Oysa kalbimizde, yağmura hasret kurumuş toprak gibi çatlaklar vardır.
İçimizde, yıkılmış binaların tozuyla boğulmuş bir şehir taşırız.
Ama gece... Bütün bu enkazın arasında elini uzatır. Ne yargılar, ne hesap sorar. Sadece dinler.
Gece olunca o zifiri karanlık, âdeta bir dost gibi sarar insanı; sessizliğiyle, kimseye söyleyemediklerimizi anlatabileceğimiz tek liman olur. O an gözyaşlarımız sessizce akar. Başımızı koyduğumuz yastık, yılların biriktirdiği sitemlerle ıslanır. Dudaklarımızdan, cevabı olmayan sorular dökülür: “Neden ben? Neden bu kadar yük?” Cevap yoktur, ama sormak bile ruhu hafifletir.
İşte o karanlık gece, bu soruları içine çeker; acımızı, kendi koynunda saklar.
Geceyle Hesaplaşma
Gece, sadece bir sığınak değildir. Aynı zamanda bir ayna… Gündüzün gürültüsünde görmezden geldiğimiz ne varsa, karanlıkta önümüze serilir.
Geçmiş oturur yanımıza; pişmanlıkların soğuk nefesi yüzümüze çarpar. Kaçırdığımız fırsatlar, söyleyemediğimiz sözler, gitmediğimiz yollar… Hepsi tek tek yoklar bizi. Gelecek de gelir; belirsizliğiyle, korkusuyla. İnsan, gecenin içinde hem kendi celladı hem kendi kurtarıcısı olur.
Düşünceler, ruhumuzu lime lime ederken, bir yandan da yaşadığımızı hatırlatır.
Karanlık, insana kendi derinliğini gösterir.
Şafak Korkusu
Ve saatler ilerledikçe içimizde tanıdık bir korku filizlenir. Şafak sökmesin… Güneş bir daha doğmasın…
Çünkü biliriz; sabah, yeniden o ağır maskeyi takma zamanıdır. Yeniden “iyiyim” deme, yeniden güçlü görünme mecburiyetidir.
Gece ise bütün bunlardan azade, çıplak bir hâl sunar bize. Orada güç gösterisine, sahte gülüşlere yer yoktur.
Orada yalnızca biz ve içimizdeki gerçek vardır. Şafak, gecenin huzurlu sessizliğini yırtıp atar. Yerine gündüzün yapay ışığını, sahte gürültüsünü getirir.
Ve biz yaralılar, yeniden görünmez yaralarımızı saklamak zorunda kalırız.
Tek Dost
Ama unutulan bir şey var: Yürek, gündüz de susmaz. Kalabalıkların içinde bile fısıldamaya devam eder. Biz ne kadar kulak tıkasak da, o kendi dilinde konuşur.
Ve biz, bir sonraki geceyi bekleriz. Sabırsızca, sessizce…
Çünkü biliriz ki gece geldiğinde, maskeler düşecek; biz yeniden, bütün çıplaklığımızla kendimiz olacağız...
