Lise yıllarımda yaşadığım bir anım ile yazıma başlamak istedim. Resim yazı öğretmenimiz Hamdi Bey, Türkiye haritasını göstererek "Bu haritada ne görüyorsunuz" diye sormuştu. Sınıf olarak bizde haritada gördüklerimizi saymaya başladık. Dağ ova, şehir kasaba, ırmak göl deniz dere tepe saydık ama cevabı bulamadık.
Yan sınıftan bir arkadaşımızı sınıfımıza getirdi ve aynı soruyu sordu. Aldığımız cevap çok basitti. Arkadaş "toz görüyorum" öğretmenim dedi. Kırk kişilik sınıfta biz harita üzerindeki tozu görememiştik. Günümüzde görmemiz gereken bazı şeyleri ya görmüyoruz, yada görmemezlikten geliyoruz.
Yaşamış olduğunuz deprem felaketinin üzerinden bir aydan fazla zaman geçmesine rağmen kimse yok mu diye feryat eden depremzedelerimiz var. Bu durumu bile siyaset malzemesi olarak kullanan siyasilerimiz var. Bu durumda bizlerde gerektiğinde ayrım yapmadan görmemiz gerekeni görmüyoruz.
Haklıya haklı, haksıza haksızsın diyebilmeliyiz. Depremin ilkgünleriydi. "Deprem için ülkemize gelen Yunan, Bulgar, japon, Alman, İsrail'i var, arap ülkelerinden niye kimse yok. Ya da biz mi duymadık." diye yazmıştım.
Bir arkadaşım, "Abim bu gün bari yapma bu ayrımı katar 1.5 milyar dolar dünya kupasının tüm gelirini bağışladı. Karşılığı ise neredeyse 300 bin daire imalatı. Allah yardım etmeyi herkese nasip etmez edenlerden razı olsun." diye yazdı.
Bu durumda şu da kafamızı karıştırıyor. Yaşanan olumsuzluklarda dış güçler işi deniyordu. Dış güçler yardımımıza koşarken, çadır gönderip sahra hastanesi kurarken, IBAN numarası gönderip yardım toplayan Kızılay, depremzedelere parayla çadır satıyor. Bu konuda yazmayalım ve hiç birşey sormayalım mı? Yalnız Katardan bu kadar geldiyse ya diğerlerinden gelenler... Niye görmüyorsunuz?
Depremin ilk günlerinde esas işi can kurtarmak için gerekli tedbiri almak olan Kızılayın çadır satmasının yanlış olduğunu görmeyelim mı?
Bir deprem ülkesi olduğumuz bilinen bir gerçek. 1999 depremi den sonra kurulan, kurucuları bilim adamlarından oluşan Deprem Konseyi bu iktidar tarafından kapatılmış. Şimdiyse yeniden kurulmak isteniyormuş. Niye kapattınız, niye kuruyorsunuz diye sormayalım mı?
1982 yılında kurulan Van Üniversitesini, 1987 yılında açılan Adnan Menderes Havaalanını, 1955 yılında açılan Ankara Esenboğa Havaalanını, 1995 yılında yapılan Çanakkale Havalimanını, 2002 de iktidar olupda biz yaptık diyen bu iktidarı alkışlayanlara neyi doğru, neyi yanlış gördüklerini söylemeyelim mı?
Bir çok kişi neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bile bilmeden birşeyi söyleyene yada yapana bakarak karar veriyor. Hatta yapılanın veya söylenenin rakip olarak gördüklerinden ise hiç düşünmeden hakaret bile edebiliyor. Bu kişilere yanlış yapıyorsunuz demeyelim mı?
Deprem acısını yaşamadan önce seçim ile ilgili, geçim ile ilgili bir yazı yazmayı planlıyordum. Seçim kararıda alındığına göre seçim konusuna değinelim birazda.
Cumhur ittifakının da, Millet ittifakının da adayları belli olduğu gibi seçim tarihi de belli oldu. 14 Mayıs 2024 Pazar. Cumhurbaşkanının fesih yetkisi yok. Seçim kararını meclis alır diyorlardı ama Cumhurbaşkanı kararı ile seçime gidiyoruz. Hayırlı olsun...
Seçim tarihinin belli olduğu akşam depremde hayatını kaybedenler için düzenlen bir programa katıldım. Sözde dini bir tören olacak, depremde ölenler için mevlüt okunacaktı. Allah kabul etsin okundu ama seçim toplantısı gibiydi. Daha doğrusu cumhur ittifakının toplantısı gibiydi. Neden 14 Mayıs seçim tarihi seçildiği apaçık belli.
Mübarek ramazan ayına az bir zaman kaldı. Seçim konuşmaları iftar programları ile çakıştığı zaman merteği görmeyenlere tozu göstermeye çalışacaklar. Bu da dinimizin emri diyecekler. İftar ve sahur programları dini siyasete alet edilmekle geçecek. Kendilerini dindar olarak öne çıkaranlar rakiplerini dinsizlikle bile suçlayabilirler. Haydi hayırlısı.
Deprem acısı, geçim derdi, seçim birbirine karıştı. Fakat 73 yıl önceki 14 Mayıs ile bu 14 Mayıs farklı olmalı. Olmalı...
Mustafa Gürleyen 14.03.2023)