Bir önceki yazımda eğitim durumum hakkında az da olsa birşeyler yazmıştım. Hatta on yumurta kaç öğretmen yapar diye sorup nereden öğrenebileceğinizi yazmıştım. O hikâyeyi anlatmadan önce, ona benzer yaşadığım bir anımı anlatmak istedim.
Kastamonu Gölköy Öğretmen Okuluna girebilmek için birinci sınav ilçemizde yapıldı, ikinci sınavda okulda olacaktı. Sınava girebilmek için bir kaç gün önce ilçeye halamın yanına gitmek için yola çıktım. Fakat sabah gidip akşama geri dönen otobüsü kaçırdım.
Geri de dönemezdim. Yola yaya devam ettim. Şansıma arkadan gelen olursa binerim diye düşündüm. Gideceğim yol otuz kilometreden fazla. Tahmini yolu yarılamıştım. Arkadan bir kamyon geldi. Yanımda durup nereye gittiğini sordu. Boyabat'a deyince atla dedi şoför. Kamyonun üstüne bir çıktım, onbeş kadar keçi var. Keçileri satmaya pazara götürüyorlarmış.
Yaya olarak başladığımız yolculuğumuzun ilk etabının bir kısmını yaya, bir kısmınıda kamyon üstünde keçilerle tamamladık.
Esas on yumurta kaç öğretmen yapar hikayesini anlatacaktık. Fakat o hikayeye geçmeden önce eğitim ile ilgili şu cümlelerde aktaralım. Bir ülke yüz yıl sonrasını planlıyorsa önce eğitimden başlamalı.
Ünlü fizikçi Albert Einstein tarafından söylenmiş olan "Bir ülkenin geleceği, o ülke insanlarının göreceği eğitime bağlıdır". sözü bir ülkede yaşayan insanların alacağı eğitimin o ülkenin geleceğini, imkanlarını ve bağımsızlığını şekillendireceğini anlatmaktadır....
Ünlü filozof Eflatun şöyle diyor. "Demokrasi halk eğitimi sorunudur. Halkın eğitimi zayıf olursa demokrasi oligarşiye döner. Yine halkın eğitimi zayıf kalırsa, oligarşi demagog yaratır ve demagog diktatör olur." (1)
Maaalesef bugün ki eğitim sistemimiz içler acısı. Kimin desteklediği belli olmayan tarikatların verdiği eğitim ülkemizi aydınlığa çıkaracağına inanmıyorum. Keşke yanılsam.
Gelelim on yumurta kaç öğretmen yapar hikayesini anlatmaya. Bugün çocuklarımıza yeteri kadar alıp yediremediğimiz bir zamanlar ki değerine.
Kastamonu Taşköprü ilçesinin yaklaşık yirmi kilometre güneyinde yanyana iki orman köyü vardır. Her iki köyde de hayat zor, insanları yoksuldur. 1950 yılının bir Temmuz sabahında, bu iki köyün iki öğrencisi Ali ve Kerim, daha sonra öğretmenokuluna dönüşecek olan Köy Enstitüsü sınavına katılmak için ilçe merkezine yola çıkarlar. Tabii yürüyerek.
Ali'nin eli de küçük bir sepet ve için de on yumurta vardır. Evde para olmadığından, ilçede satıp sınav için gerekli olan kalem ve silgi alsınlar diye bir kısmını da komşulardan toplayarak Aliye annesi vermiştir. Kerim de oda yoktur.
İlçeye ulaşınca yumurtaları satarak bir kalem, bir de silgi alırlar. Kalemi ve silgiyi ikiye bölerek paylaşırlar ve sınava girerler. Ikisi de başarılı olur, fakat bilmedikleri bir şey vardır. Sınav iki gündür.
Bu iki köylü çocuk sınava girip akşama köye dönmeyi düşünürken, Hükümet Konağı önünde, ağlamaklı geceyi nerede geçireceklerini bilmeden, bir aşağı bir yukarı yürütmektedirler.
Evlerin birinden merakla bu çocuklara bakan bir kadın çocukları eve çağırır. Durumu öğrenen bu kadın karınlarını doyurur ve o gece eşinin de izniyle çocukları misafir eder. İkinci sınavı da başarırlar.
Kastamonu Gölköy Enstitüsü kayıt ve ardından şanla şerefle geçen otuz yıldan fazla öğretmenlik hayatı...
İşte on yumurtanın iki öğretmen ettiği hikâye. Bu hikayeyi oğluna anlatan öğretmen oğluna şöyle diyor. "Bak oğlum, köyden on yumurta ile çıkan iki çocuğun öğretmen, subay, mühendis, milletvekili, hatta cumhurbaşkanı olabildiği yönetime Cumhuriyet denir" (2)
Cumhuriyet demişken, Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılında tarihimizi yalan yanlış anlatanlar, keşke Yunanistan kazansaydı diyenler, gezi olayları hakkında cuma günü açıklayacağız dediklerinizi açıklamadınız, yüz yıl öncesi hangi bilgi ile açıklıyorsunuz?
Yazıma burada nokta koyarken, 30 Ağustos Zafer Bayramının 101ci yılını kutluyor; Mustafa Kemal Atatürk'ü, silah arkadaşlarını, şehit ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.
GÖLKÖY'ÜN ÖYKÜSÜ:
1s.144
2s.205
Mustafa Gürleyen (21.08.2023)